6 Eylül 1955 günü, Atatürk’ün Selanik’te müze olarak korunan evinde bir patlama olmuştu. Bu haber, radyoda yayınlandığı andan itibaren büyük tepki patlamış ve o tepki, saatler içinde İstanbul’da yaşayan Rum azınlığa yönelik bir “imha eylemi”ne dönüşmüştü. “6-7 Eylül Pogromu”nu tetikleyen bombalamanın bir istihbarat operasyonu olduğu, yıllar sonra ortaya çıkmıştı.
O günden beridir Türkiye’de ne zaman bir bomba patlasa, gündemle ilişkisi sorgulanır. 1955’teki bomba, Türkiye’yi terke zorlanan azınlık sermayesinin el değiştirmesini sağlamıştı. 1970’lerin sonundaki silahlı, bombalı saldırılar, 12 Eylül 1980 darbesine zemin hazırlamıştı. AKP’nin 2015 Haziran’ındaki seçim yenilgisinden sonra bir anda patlamaya başlayan bombalar, Kasım’da yapılan erken seçimde, seçmenin yeniden AKP’ye dönmesini sağlamıştı.
İşte bu tarihsel bellek yüzünden, Pazar sabahı Ankara’da İçişleri Bakanlığı önünde patlayan canlı bomba, çoğumuzun aklına, “Acaba bu, neyin habercisi” sorusunu getirdi. Siyasal sorunlara askeri çözüm inadıyla bilinen İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, dört ay önce koltuğunu devretmişti. Yeni Bakan, selefinin birlikte görüntü verdiği mafya liderlerini birer birer temizliyordu. Öte yandan yerel seçimlere altı aydan az zaman kalmıştı. Ve Erdoğan, kendi tek adamlığını ilelebet geçerli kılacak, hatta kendisinden sonrası için kurumsallaştıracak bir anayasa değişikliğine hazırlanıyordu.
Böyle dönemlerde, patlayan bir bomba, hem kitlelerde korkuya, endişeye ve güçlü lider arayışına hizmet eder, hem bütün muhalefeti “birlik ve beraberlik ihtiyacı var” denilerek dizginleme fırsatı yaratır. Nitekim son bomba da derhal etkisini gösterdi. “Soylu’nun trol ordusu” hemen yeni bakanı acizlikle suçlayan kampanyaya başladı. Erdoğan, patlamadan birkaç saat sonra Meclis açılışında, yeni anayasa ihtiyacını dile getirdi. Muhalefet birlik mesajlarıyla hizaya girdi.
Ankara’da patlayan bombadan sonra barışın hepten uzaklaşması, itiraz eden her ağzın kapanması, baskının daha da yoğunlaşması kimseyi şaşırtmayacak.
|