Çoğu yazar için kitabının galası, kendi yaşgününden önemlidir. Yeni eserinin doğumunu okurlarıyla kutlar, ondan ilk satırları okur, bir yandan da okurun tepkisini ölçer. Kitabını imzalarken onların izlenimlerini dinler. Ayların, hatta yılların emeği, nihayet masasının üzerinde, okurunun elinde, kitapçıların rafındadır.
Yeni kitabım “Ich Traf meinen Mörder” (“Katilimle Buluştum”) geçen hafta piyasaya çıktı ve geçen Pazar akşamı da Gorki Tiyatrosu’ndaki galayla nihayet okurla buluştu. Sevgili Sesede Terziyan’ın güzelim sesi, satırlarıma hayat verdi. Ardından sevgili dostum Claus Kleber’le kitap üzerine söyleştik. Daha çok iki gazetecinin dertleşmesi gibiydi. Türkiye’dekiler için bildik ve maalesef alışıldık hale gelen birçok konu, Almanya’daki okura hayret verici ve inanılmaz geliyor. Kitabı imzalarken bunu bir kez daha görmüş oldum.
İnsan bazen yaşarken, yaşadığının boyutunu tam fark etmiyor; yazarken anlıyor, başından neler geçtiğini… Son kitabı yazarken de öyle oldu. Türkiye’de beni önce hapse, sonra mahkemeye ve sürgüne sürükleyen, silahlı saldırıya uğramama neden olan haber, Almanya’da da bırakmadı peşimi… Daha doğrusu ben bırakamadım peşini… Yarım kalan araştırma, ortaya çıkan yeni tanıklar ve onların ortaya koyduğu yeni kanıtlarla derinleşti ve bir kitap boyutunda genişledi. Geçen yıl yayıncım Galiani’nin editörü Wolfgang Hörner’e konuyu açtığımda “Hemen yazmaya başla” demişti. Öyle yaptım. Bu kanlı yapbozun eksik parçalarını biraraya topladım. İlginç detaylar ve inanılmaz tanıklarla, büyük resmi biraz daha net ortaya koymaya çalıştım. İlk okuyanlar, bir siyasi gerilim romanı ya da mafya konulu bir polisiye tadı aldıklarını söylediler. Ancak anlatılanlar kurgu değil, gerçek… Üzerine “devlet sırrı” damgası vurularak saklanmaya çalışılan, sınırötesi kirli operasyonlar, gizli silah ticareti, mafya-devlet-istihbarat işbirliği… Hukukla ilgisini kesmiş bir rejimin, halkı bilgilendirecek herkesi susturarak ayakta kalma çabası ve bu baskı altında halkı haberdar etmeye çalışan bir gazetecinin kişisel macerası… Bu kitap, buzdağının bir ucunu gösterebilirse ne mutlu bana…
|