Geçen hafta 12 Eylül 1980 darbesinin 45. yıldönümüydü. Aradan geçen 45 yıla rağmen darbenin yaraları hala taze… Türkiye hala o darbenin anayasasıyla yönetiliyor; o dönemden kalma bir otoriter zihniyet, bugünkü “tek adam yönetimi”ne ilham veriyor.
70’lerin sonunda Türkiye, siyasi suikastlar, sabotajlar, provokasyonlarla bir kan gölüne dönmüştü. Sonradan bu kan gölünün arkasından Gladio türü bir derin devlet yapılanması çıktı. Kışkırtılan askeri darbenin generalleri, “Türkiye’yi kardeş kavgasından kurtarma” iddiasıyla hükümeti devirip işbaşına geldi. Milliyetçi sağdan ve devrimci soldan binlerce kişiyi hapsettiler, aynı koğuşlara koydular, onlarcasını idam ettiler. O dönem sadece İslamcı kesime dokunulmadı. Tersine yaygınlaşan kuran kursları ve din derslerinin zorunlu hale getirilmesiyle bu kesim desteklendi. 1979’da İran devrimi ve Afganistan işgali ile bölgede ağırlık kaybeden ABD, Türkiye’de kendisine bağlı ve istikrarlı askeri rejimi destekledi. Ülkenin dinamik siyasi partileri, gençlik örgütleri budanırken İslamcıların filizlenmesine, tarikat örgütlenmelerine gözyumuldu. Erdoğan, bu yatırımın meyvelerinden biridir. Siyasette sivrilişini, yasaklanan diğer siyasetçilerin yarattığı boşluğa ve Washington imzalı “ılımlı İslam projesi”ne borçludur. Fırsatı iyi değerlendirmiş ve ABD’nin açık desteğiyle iktidara yerleşmiştir. Kasım 2002’de iktidara gelen AKP’nin ilk icraatının, 2003 yılı başında Irak’ı işgal etmek isteyen ABD ordusuna Türkiye topraklarını açmak için tezkere çıkarmak olduğu unutulmamalı… AKP, bugün de Trump yönetiminin en sağlam müttefiklerinden biri…
Erdoğan, 1980 darbesinden 30 yıl sonra, darbecilerden hesap sorma görüntüsü altında bir referandum hazırladı. Referandumun maddeleri arasına yargıyı ele geçirmesini sağlayacak bir düzenlemeyi yerleştirdi. “Darbecileri cezalandırıyoruz” makyajlı kampanyasıyla hukuk devletini bitirip bugünkü tek adam yönetimini hazırladı.
45. yılında 12 Eylül, “tarihte kalmış bir darbe” olarak değil, sonuçları her alanda hala hissedilen bir süreç olarak hala yaşıyor.
|